Dezenformasyonla birlikte ortaya çıkan toplumsal sorunlar son birkaç yılda tüm dünya genelinde keskin izler bıraktı. Bireysel anlamda yarattığı psikolojiden demokratik toplumların yaşadığı sorunlara kadar geniş bir yelpazede etkiye yol açan dezenformasyon, sosyal medyanın insanlığa neler yaptığı konusunda büyük tedirginlik yaratıyor. Josep Bernstein’ın [1] yakın zamanda belirttiği gibi, “kalabalıkların bilgeliğinden dezenformasyona geçiş” gerçekten de ani oldu.

Peki dezenformasyon nedir? Önlemler alınmazsa gelecekte ne gibi sorunlarla karşı karşıya kalınabilir? Sürekli takip ettiğimiz sosyal medya platformlarının kullanıcılara sunduğu yanlış bilgi neden önemsenmeli? Tüm bunlara geçmeden önce sıklıkla karıştırılan ve oluşturduğu zarar boyutu açısından farklılıklar taşıyan üç bilgi türünden bahsetmemiz yerinde olacak.

Kavramlar

“Dezenformasyon” (disinformation), yanlış bilgilendirme anlamına geliyor. İçeriğinde gerçek dışı bilgi kullanılan ve bir anlamda manipülasyon amacı taşıyan dezenformasyon genellikle kara propaganda olarak da bilinir. Kamuoyu oluşturma ve kitleleri mobilize ederek kaos yaratma amacıyla sadece kişiler veya organizasyonlar tarafından değil, aynı zamanda gazeteler ve haber kanalları tarafından da sıklıkla başvurulan bu yöntem günümüz dijital medya ortamlarında oldukça yaygınlaşmış ve tehlikeli bir boyuta ulaşmış durumda.

Dezenformasyon ile sıklıkla karıştırılan diğer bir kavram olan “mezenformasyon” (misinformation) ise yanlış̧ bilginin kasıtsız olarak paylaşılması anlamına geliyor. Diğer bir anlatımla dezenformasyon bilinçli olarak yalan haber yapma ve bunu yayma anlamına gelirken, mezenformasyon bu bilgiyi bilmeden yaymak olarak kabul ediliyor. Bu kapsamda öne çıkan diğer bir kavram ise “kötücül bilgi” (malinformation). Bir kişiye, kuruma veya ülkeye zarar vermek için kullanılan gerçek bilgilerin paylaşılması şeklinde bilinen bu bilgi türü dezenformasyondan farklı olarak gerçek bilgiye dayanmakla birlikte yine de kötü bir amaç için kullanılıyor.

2016 ABD Başkanlık seçimlerinde eski Başkan Donald Trump’ın geleneksel medya yayıncılarına karşı sıklıkla kullandığı bir ifade olan “fake news” ise yalan/sahte haber anlamına geliyor. Bu ifade yaygın olarak kullanılıyor fakat yeterince kapsayıcı değil. Bununla birlikte sosyal medya paylaşımlarının gerçeklerden çok daha fazla itibar gördüğü, gerçek ile yalan arasındaki sınırların bulanıklaştığı bir dönemi ifade eden “hakikat ötesi” (post-truth) ise dezenformasyonun yaygınlaşmasıyla birlikte karşımıza sıklıkla çıkmaya başlayan bir hali ifade eden kavram. Post-truth, 2016 Başkanlık seçimleri ve Brexit tartışmaları sonrasında Oxford Dictionary tarafından “yılın kelimesi” seçilmişti. “Hedef kitlenin aldatılarak birtakım çıkarlar doğrultusunda algılarıyla oynanması” anlamına gelen bu kavram, dezenformasyonun artışıyla birlikte gündeme gelmiş ve sosyal medya platformlarının yarattığı yeni hakikat ötesi dönemin tehlikelerine dikkati çekmişti.

Araştırmalar ne diyor?

Oxford Internet Institute tarafından 2020 yılında yayınlanan bir rapor, küresel olarak dezenformasyonda gelinen noktayı gözler önüne seriyor. [2] “Siber ordu” şeklinde adlandırılan dezenformasyon faaliyetlerinin 81 ülkede ortaya çıktığına dair kanıtlar sunan rapor, bu faaliyetlerin her geçen gün arttığını ve ülkelerin propaganda ve dezenformasyon yaymak için sosyal medyayı kullandığına dikkati çekiyor. Yine Oxford Üniversitesince 37 ülkede gerçekleştirilen bir araştırmaya göre Türkiye’nin yüzde 49 ile yalan haber ve dezenformasyona en çok maruz kalan ülkelerden biri olduğu açıklandı. [3] Rapora göre, her iki kişiden biri mutlaka asılsız bir habere denk geldiğini ifade ediyor. Pew Research Center raporuna göre ise Amerikalıların yarısı “uydurma haber/bilgi”nin ülkede çok büyük bir sorun olduğunu düşünüyor. [4]

Kovid-19 salgını ile sosyal medyada dolaşıma giren yanlış bilgiler salgının yarattığı panik hali ve belirsizlikle birleşince birçok insan özellikle WhatsApp ve Telegram gibi kapalı platformlardan kendilerine ulaşan bilgileri doğrulamaya gerek duymaksızın paylaşma yoluna gitti. Bu süreçte artış gösteren dezenformasyona yönelik mücadele, başta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) olmak üzere birçok kurum ve hükümet tarafından gündeme taşındı. Salgın süresince yayılan dezenformasyona yönelik Facebook, Google, Pinterest, Tencent, Twitter, TikTok ve YouTube gibi platformlarla çalışmalar yürüten DSÖ “İnfodemi” kavramını ortaya atarak sadece salgınla değil dezenformasyonla da savaşmak zorunda kaldıklarını dile getirdi. Twitter salgın döneminde şimdiye kadar 20 bin tweet’i yayından kaldırdığını açıkladı, Facebook ise Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’nun hidroksiklorokinin Kovid-19 için çare olduğunu iddia eden gönderisi gibi birçok içeriği kaldırdıklarını ve dezenformasyonu etiketleyen güçlü uyarılar kullanacaklarına dair söz verdi. Instagram ise resmi sağlık kuruluşları tarafından paylaşılmayan içerikleri filtreleyerek kaldırma yoluna gitti. Ocak 2019 ile Aralık 2020 arasında Facebook ve Twitter tarafından yapılan açıklamalara göre platformlar tarafından 317 binden fazla hesap ve sayfa kaldırıldı. Fakat tüm bu tedbirlere rağmen dezenformasyon bu sefer de aşılanma döneminde devreye girmiş durumda ve mücadele yeniden başladı.

Kovid-19 sonrası aşı dezenformasyonu

Birleşik Krallık ve ABD’de yapılan bir araştırma, Kovid-19 aşılarıyla ilgili çevrim içi yanlış bilgilere maruz kalmanın aşılanmanın oranını azalttığını ve yaptırmayacağını söyleyenlerin sayısında artışa neden olduğunu ortaya koydu. Aşılar ve ölüm arasında bağlantı kuran makaleler, insanların en çok ilgilendiği içeriklerden biri haline gelmiş durumda. Bu noktada unutulmaması gereken bir noktayı açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Sosyal medya platformlarındaki algoritmalar etkileşim odaklıdır. Bu platformlardaki öneri motorları, aşı karşıtı mesajlara tıklayan kullanıcıları daha fazla aşı karşıtı içeriğe doğru iterek bir domino etkisi yaratıyor. Yanlış tıbbi bilgiler yayan bireyler ve gruplar, sosyal medya platformlarında etkileşime dayalı ekosistemlerin zaaflarından yararlanacak derecede iyi organize olmuş durumdalar. Örneğin #VaccinesKill gibi popüler aşı karşıtı etiketler mevcut. Bu etiket iki yıl önce Instagram’da engellenmesine rağmen, Facebook’ta ancak Temmuz 2021’de engellendi. Bu, sosyal medya şirketlerinin dezenformasyon yayan kişi veya organizasyonları dilerlerse engellemek için çok daha fazlasını yapabilecekleri anlamına geliyor.

Raporlar, Facebook ve Twitter’daki aşı dezenformasyonunun çoğunun, sosyal medyada hala aktif olan bir kesim kullanıcıdan geldiğini gösteriyor. Listenin başında ise önde gelen aşı karşıtı eylemciler bulunuyor. Bu sebeple sosyal medya platformlarının zararlı içeriği daha agresif bir şekilde işaretlemesi ve aşıyla ilgili dezenformasyonda etkileşim yaratan insanların sayfalarını kaldırması gerekiyor.

Tüm bu tabloya bakıldığında özellikle salgın, doğal afet, seçim dönemleri veya toplumu yakından ilgilendiren önemli konularda dezenformasyonun daha fazla artış gösterdiği ortaya çıkıyor. Bot hesaplar tarafından dolaşıma sokulan etiketlerle birlikte kaos yaratma amacı taşıyan terör örgütleri, kötü amaçlı organizasyonlar veya kişiler toplumda özellikle bu gibi dönemlerde nefret söylemini yayıyorlar. Tıpkı sigara içmenin kansere neden olması gibi, kötü bilgi tüketmek de yanlış şeylere inanmaya veya olumsuz davranış değişikliklerine neden oluyor. Özellikle iç siyasi çatışmalarda bir çeşit silah olarak kullanılan dezenformasyon bugün sadece hükümetlerin değil, tüm siyasi partilerin, devlet kuruluşlarının, özel kurumların ve vatandaşların sorunu haline gelmiş durumda. Ayrıca çevrim içi dezenformasyonun insan haklarını olumsuz etkilediği ve demokrasinin kalitesini düşürdüğü bir gerçek. Dezenformasyonun gerilimler yaratarak, demokratik kurumlara olan güveni sarsarak çevrim içi nezaketsizliği yaydığı ve toplumları kutuplaşmaya ittiği gerekçesiyle birçok ülkede yasal düzenleme yoluna gidildi. İşlemden geçirilmiş görseller, çarpıtılmış̧ videolar ve sahte bilgiler arasında gerçeklik algısını yitiren toplumların geleceği adına tüm ülkelerin ajandasına giren sosyal medya düzenlemeleri bugün büyük önem taşıyor.

Ülkeler genelinde bakıldığında 2019’dan bu yana, yanlış bilgiyle mücadele kapsamında 62 yasa önerilmiş, değiştirilmiş veya uygulamaya alınmıştır. Örneğin; Almanya’da 2017’de yürürlüğe giren düzenleme, İngiltere’de 2020’nin şubat ayında gündeme gelen yasa, Avustralya’da 2014 yılında yaşanan siber zorbalık sonucu sosyal medya düzenlemelerine başvuruldu. Türkiye’de ise 1 Ekim 2020’de yürürlüğe giren İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun kapsamında, ülkede yoğun olarak kullanılan sosyal medya platformları temsilcilik açmaya karar verdi.

Hangi adımlar atılmalı?

Dezenformasyonla etkin mücadele, yalnızca eleştirel düşünme becerilerini geliştirmekle çözülebilecek bir konu değil. Zira dezenformasyon çok boyutlu ve karmaşık bir olgu. Bu nedenle tek bir çözüm yetersiz kalacaktır. Bunun yerine, dezenformasyonun yükselişini ve yayılmasını engellemek için birkaç farklı türde yasal ve düzenleyici yanıtın uygulanması gerekiyor. Tahribat gücü yüksek, adeta kitlesel bir silaha dönüşen dezenformasyonla mücadele yalnızca hükümet yetkilileriyle değil; teknoloji şirketleri, sivil toplum örgütleri, özel kuruluşlar, bilim insanları, medya kurumları, gazeteciler ve doğrulama platformlarının bir araya gelerek iş birliği içerisinde mücadele vermesi gereken bir konu.

Düzenlemeler kapsamında anti-bot yasaları dezenformasyonun yayılmasını sınırlamak için kullanılabilir. Çünkü bu yasalar içeriğin botlar aracılığıyla iletilmesini zorlaştırıyor. Ayrıca kurumların dezenformasyonu tespit etme, analiz etme ve ifşa etme yeteneklerini geliştirmek gerekiyor. Dezenformasyona karşı koordineli ve ortak tepkileri güçlendirerek özel sektörü harekete geçirmek atılacak önemli adımlardan bir diğeri. Ayrıca, farkındalığı arttırmak ve dezenformasyona karşı toplumsal dayanıklılığı geliştirmek için dijital medya okuryazarlığı eğitimi yaygınlaştırılmalı.

Dezenformasyonla mücadele kapsamında yasal düzenlemelerin yanı sıra bağımsız düzenleyici bir kuruluşun gerekliliği ortaya çıkıyor. Büyük teknoloji şirketlerinin dezenformasyonla mücadelede sorumluluklarını artırmak için düzenlemelere gidilmesi gerekiyor. Örneğin sosyal medya platformları bir içeriği neye göre kaldırıp kaldırmadığına ilişkin politikalarını şeffaflıkla paylaşmalı ve bunun ne derece uygulandığının denetlenebilmesi için kendi içlerinde hesap verebilirlik mekanizmaları kurmalılar. Ülkeden ülkeye farklı politika uygulayan bu şirketlerin standart bir politika benimsemesi ve bunu şeffaflıkla paylaşması sağlanmalı. Alternatif bir yaklaşım ise belirli sayıda kullanıcıya sahip platformların, içerikler için bir şikayet bildirim ve inceleme mekanizması oluşturmasını zorunlu kılmak olacaktır. Etkili olması ve platformların hesap verebilirliğini artırmak için şikayet mekanizmalarının ve işleyişinin bağımsız bir şekilde gözden geçirilmesi kanunla sağlanmalı.

Potansiyel bir diğer çözüm ise kapalı platformlara mesajlaşma sınırı getirilmesidir. Dezenformasyon genellikle bir sohbetten alınan mesajın diğer gruplara iletilmesiyle yayılmakta. WhatsApp yakın tarihte dezenformasyonun yayılmasını engellemek amacıyla, daha önce 20 olan mesaj iletme sınırını 5’e düşürme kararı almıştır. Fakat WhatsApp sohbet gruplarındaki kişi limiti 256’dır. Bu da çok sayıda insanın dezenformasyona ve yanlış bilgilere maruz kalabileceği bir ortam yaratıyor. Bu kapsamda yasalar, bir mesajın iletilme sayısını veya belirli bir sohbete katılan kişi sayısını da sınırlayabilir.

Sonuç olarak, günümüzde giderek artan yalan haber ve dezenformasyon tehlikesine karşı devletler, uluslararası kurumlar, teknoloji devi şirketler, bilim insanları ve gazetecilerin yanı sıra sivil toplum örgütleri ortak hareket ederek, daha büyük krizlere neden olmaması için ivedilikle adımlar atmalı.

Doç.Dr. Berrin Kalsın

Opinion Dijital Medya Ajansı Direktörü

Bu yazı 03/09/2021 tarihinde Anadolu Ajansı (AA) Analiz sayfasında yayınlanmıştır.

Link: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/dezenformasyonla-mucadele-nasil-olmali/2354464